YALANCININ ŞAMDANINA AMPUL TAKTILAR!..
Çevremde bu kadar yalancı ne ara birikti?
Hayret ki ne hayret!
Aralarında çok da yakınlarım var.
Onlarla olan ilişkimi belirli bir çerçeveye oturtmak ve ona göre konumlanmak gerekiyor.
Bu birinci şart!
Aksi halde, yalancılarla karıştırılmam işten bile değildir…
Çok mu geç kaldım onu da bilmiyorum?..
☆ ☆ ☆
Başkasının yalanını “bilerek ve isteyerek” tekrar edenleri, sadece “etik” açıdan ele almanın yeterli olacağını sanmıyorum.
Bence “tıbbi” açıdan da işe el atılmalı…
Meseleyi o yönü ile de ele alacağız bugün…
Başlıyoruz:
☆ ☆ ☆
Önce şu tespiti yapalım:
Yalanı (1) bilerek yaymak, yalana ortak olmaktır.
Aklıma gelmişken söyleyeyim; Bu defa dipnotları okumadan sakın geçmeyiniz…
Bir kişi bir bilginin yalan olduğunu bile bile onu tekrar ediyorsa, artık o sadece “aldatılmış” değil, aldatanın ortağı da olmuştur.
Bir seçmenin, politikacının yalan söylediğini bildiği halde, bu yalanları tekrar etmesi sadece bireysel bir sorun olmayıp, ciddi bir “ahlâki sorumluluk” problemidir de…
Bunu bir köşeye not edelim…
☆ ☆ ☆
Demokrasi, doğru bilgiye dayalı kararlar alındığında doğru işler.
Yalanları yaymak, bu zemini onarılamayacak şekilde yaralar.
Toplumun “doğruları bilme hakkı”nı çiğneyenlerin, “demokrasi düşmanları” olduklarına kuşku bulunmamaktadır.
“Ben sadece duydum, paylaştım” diyerek, sorumluluktan kaçma kurnazlığı, her şeyden önce ahlâki bir sorundur; fitneye alet olmaktır…
Nokta…
☆ ☆ ☆
Bazı seçmenler, yalanı tekrar etmeyi “ideolojik sadakat” veya “maddi menfaat” için yaparlar.
Bu durumun adı: Ahlâkın çıkarla takas edilmesidir.
Bu noktada sorun yalnızca doğru-yanlış değil; erdemli insan olmak ya da olmamakla da ilgilidir…
Yalanı yaymak, sadece bireyi değil, toplumu da kirletiyor.
İnsanlar artık doğru olanın değil, güçlü olanın sözünü dinlemeye başlıyorlar.
Bu da gerçeğin değil gücün ahlâkını doğurur ki, buna “ahlâksızlık” demek daha doğru olsa gerekir…
☆ ☆ ☆
“Büyük bir yalanı, sık sık tekrar ederseniz insanlar ona inanırlar.”
Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı Joseph Geoebbels‘e (2) atfedilen bu ifadeye, hâlâ “değer” veriliyor olması, insanlık adına utanç vericidir…
Yönetenlerin yalanı kadar, yönetilenin sadakati de tarihin yönünü belirler.
Yalanı bilerek tekrar eden seçmenler, sadece pasif bir figür değil; aktif bir faildirler de…
Yalan, bilgiyle ilgili bir meseledir; çünkü yalan söyleyen kişi, bir bilgiye sahip olduğu hâlde onu çarpıtarak aktarmaktadır…
☆ ☆ ☆
İnsan, yalan söylediğinde yalnızca başkasını değil, kendi benliğini de çarpıtır.
Benliği çarpıtılmış kişi normal değil, “hasta” kabul edilmelidir…
Evet, “yalan söyleme hastalığı” (3) olarak bilinen bir hastalık vardır.
Bu duruma “mitomani” ya da “patolojik yalan söyleme” deniyor.
Psikolojik bir rahatsızlık olarak kabul ediliyor.
Yalanlar, genellikle kişinin kendini daha önemli, ilginç veya mağdur göstermek istemesiyle ilgilidir.
Söylenen yalanlar, zamanla kişinin kendi inandığı gerçeklik haline de gelebilirler.
Yalan söylemek alışkanlık halini alırsa, kişi bunun farkında olsa bile kendini durdurmakta zorlanır…
☆ ☆ ☆
Bütün dinlerin yasakladığı (4) yalan; felsefi olarak, gerçekliğin bilinciyle çelişen bir ifadeyi, başkasını yanıltma kastıyla dile getirme eylemi olarak tanımlanıyor.
Yalancılar, kesinlikle ailelerine ve topluma zarar veren kişilerdir.
Siyasetçilerin yalan söyleme nedeni (5) ise biraz daha farklıdır…
☆ ☆ ☆
Bazı kişiler, ortada bir kazanç ya da zorunluluk olmamasına rağmen, sürekli olarak ve çoğu zaman gereksiz yere yalan söylerler...
“Mitoman kişi”, çoğu zaman yalan söylediğini kabul etmez ya da farkında bile değildir.
Bu yüzden, yalancının yakınlarının işe el atmaları, vakit geçirmeden tedavi için harekete geçmeleri gerekir…
☆ ☆ ☆
En yakınımdaki yalancılara sesleniyorum:
Bu makaleyi anlayana kadar okuyunuz ve tedaviyi kabulleniniz…
Sonrası kolaydır efendim, telefonunuzu alacaksınız ve sadece en yakınınıza “alo” diyeceksiniz…
Ya da Morse alfabesiyle S.O.S. (acil yardım) sinyali göndereceksiniz…
Yeterlidir…
Av. Cemil Can
DİPNOTLAR;
(1)Yalan, kişinin doğru olmadığını bildiği bir bilgiyi, başkasını kasıtlı olarak yanlış yönlendirmek amacıyla doğruymuş gibi aktarmasıdır. İyi niyetle, kırmamak veya zararı önlemek amacıyla söylenen “beyaz yalanlar” ile ceza, eleştiri veya utançtan kaçmak için söylenen “savunma yalanları” tartışmamızın dışındadırlar. Immanuel Kant, “Yalan, insanlık onuruna hakarettir” der.
(2) Goebbels‘in başarısı, yalnızca yalan üretmekte değil, bu yalanları halkın büyük bir kısmına tekrar ettirmekte yatıyordu. Yahudiler hakkında yayılan nefret söylemleri, Alman halkının büyük bir kısmı tarafından bilinçli şekilde benimsendi. Ekonomik sıkıntılar, savaş suçları ve baskı rejimi meşrulaştırıldı. Birçok kişi, rejimin yalanlarına inanmadığı halde susmayı veya tekrar etmeyi tercih etti. Böylece Alman ulusunun büyük bir parçası, gerçekleri susturup, yalanı tekrar ederek, tarihi bir felaketin parçası oldu.
(3) Tek başına görüldüğü gibi, genellikle; “narsistik” ya da “antisosyal kişilik bozukluğu” ile birlikte de görülebilir.
( Narsistik kişilik: Kişinin kendine aşırı hayran olması, kendini herkesten üstün görmesi ve başkalarının duygularına, ihtiyaçlarına karşı başkasının duygularını, düşüncelerini ve yaşadıklarını onun bakış açısından anlayabilme ve hissedebilme yetisi (empati), yoksunluğu içinde olması durumunu ifade eder. Antisosyal kişilik bozukluğu ise bireyin başkalarının haklarını sürekli olarak hiçe saydığı, toplumsal kurallara uymadığı ve empati göstermediği ciddi bir kişilik bozukluğudur.)
(4) https://cemilcan.gen.tr/biraz-da-din-dersi-yapalim-mi/
(5) ELLERİNİZE VE YALANA DAİR
Bütün taşlar gibi vekarlı,
hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,
bütün yük hayvanları gibi battal, ağır
ve aç çocukların dargın yüzlerine benzeyen elleriniz.
Arılar gibi hünerli, hafif,
sütlü memeler gibi yüklü,
tabiat gibi cesur
ve dost yumuşaklıklarını
haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz.
Bu dünya öküzün boynuzlarında değil
bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.
İnsanlar, ah benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi.
Halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeğe muhtaçsınız.
Ve beyaz bir sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,
Göçüp gideceksiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
İnsanlarım, ah benim insanlarım,
hele Asya’dakiler, Afrika’dakiler,
Yakın Doğu, Orta Doğu, Pasifik adaları
ve benim memleketlilerim;
yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,
elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,
elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.
İnsanlarım, ah benim insanlarım,
Avrupalım, Amerikalım benim
uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır,
kolay aldatılırsın.
İnsanlarım, ah benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
duvarda afiş, sütunda ilân yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ay ışığı,
ses yalan söylüyorsa,
söz yalan söylüyorsa,
ellerinizden başka her şey,
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir olduğumuz,
Bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
Bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.
Nazım Hikmet Ran